Benim çocukluğum seksenli yıllarda geçti, o dönemi bilirsiniz. Her dönem gibi karakteristik özellikleri olan, kendi içinde bazı zorlukları da olan bir dönemdi. Biraz karışıktı ortalık.
Ben o dönemlerde hayatıma yansıyan çok olumsuz özellikler hatırlamıyorum. Dünya da ve ülkemizde olan siyasi olaylardan ve savaşlardan bi haberdim. Aile büyüklerimizin bizim yanımızda olumsuzlukları konuşmamak için çaba sarf ettiklerini sanmıyorum. Haber bültenlerinde ki en dehşet verici olayları izlemekten geri kaldıklarını, biz duymayalım, hissetmeyelelim anlamayalım diye bazı şeyleri temkinli konuştuklarını da sanmıyorum. Lakin o dönem içinde çocukluğunu yaşayan ben de derin bir travma falan yok o döneme ait. Şimdilerde her şeyi dozunda çocuklarına vermeye çalışan biz ebeveynler fazla titizleniyoruz galiba diye düşünüyorum. Biraz da
rahat olmak lazım dimi?
Seksenli yıllarda çocukluğunu yaşayan her kes gibi ben de sabah erkenden kahvaltımı yapıp sokağa fırlardım. Acıkana kadar asla eve dönmezdim. haaa bu ara da hatırlatmak isterim ben dört yaşındayken Kocaeli’ye gelmişiz, babamın işi için. dört yaşıma kadar köyde yaşadım dört yaşından sonra da her yıl okul tatil olur olamaz soluğu bizim köyde aldık. Köyde yaşadığım bir çocukluk ve şehirde yaşadığım bir çocukluk olmak üzere iki farklı zenginliğe sahibim ben. Şanslı azınlıktan biriyim yani. Bir yanı köylü, bir yanı şehirli. Arada sırada kimlik çatışması yaşadığım, “ben kimim” diye sorguladığım çok zamanım olmuştur. Bunun dışında kalan her zamanı zenginlik olarak nitelendiriyorum. İki farklı ve önemli bakış açısına sahip olmak önemli bence.
Neyse sokağa fırlar tüm gün deliler gibi oyun oynardım. Ben çok hatırlamıyorum ama o günlerime tanıklık edenler erkek gibi olduğumu söylerler. Her taşın altından ben çıkarmışım, tüm haylazlıkların, cin fikirlerin altında benim imzam olurmuş. erkek çocuklarını bir güzel dövermişim. Çok iyi futbol oynarmışım. Dersleri sormayın, fena…Tembel değil ama başarılı denilemeyecek cinstenmişim. Babamın tabirince sulu dereye gider susuz gelirmişim. Ne demek olduğunu hala anlamıyorum, aranızda anlamını bilen varsa anlatsın ne olur.
Çocukluğumda komşu teyzelerin evine gitmekten çok hoşlanırdım. Herkesin farklı ve çok güzel yaşamları vardı bana göre. Her evin kokusu başkaydı, yaşanmışlıkları, anıları, hüzünleri, sevinçleri. O evlerin her köşesine sinerdi bu yaşanmışlıklar. Sanki o yıllarda bunu çok ama çok iyi bilirdim. Öylece seyrederdim insanları, hayatlarını, evlerini. Anlamaya, anlamlandırmaya çalışırdım herşeyi. Ne tuhaf.
Cumartesi günleri Hereke’de pazar kurulurdu, hala öyledir. Bizim komşu teyzeler ve annem her zaman pazara giderlerdi. Dolmuştan indiklerinde mahalleye gelmeleri için epeyce yürümeleri gerekirdi. O zamanlar pazar arabası kullanan pek kimse yoktu bizim mahallede, herkesin elinde iki tane kulplu pazar çantası olurdu. Bu çantaların içi hınca hınç dolu olurdu. Hele ki yaz aylarında o çantadan öyle güzel kokular gelirdi ki anlatamam. Şeftali ve salkım üzüm en favorilerimdi. Kokusunu çok davetkar bulurdum. Bu çantaları taşımaya yardım ettiğim için bana ödül olarak elbet bir meyve verilecekti, ama acaba hangisi?
Durağa yaklaşan dolmuşa hızla koşardım, belki annem de gelmiştir diye. Annem yoksa da komşu teyzelerden biri elinde kendinden ağır çantalarla iniverirdi arabanın merdiveninden. Hemen yapışırdım çantasına. Yardım etmek faziletti tabi o zamanlar. Elinde yükü olan birine asla kayıtsız kalınamazdı. Benim ki ondan ziyade, yardım ettiğim kişinin kapısının kenarından da olsa evini şöyle bir seyretmek, kokusunu içime çakmek, duvarlara sinen anıları anlamaya çalışmak çabasıydı. Bu duyguyu yaşamak birine yardım etmekten daha faziletliydi sanki. Hele birde komşu teyze ” gel içeri yavrum , bir soluklan , bir parça meyve ye de öyle git ” deyiverdiğinde dünyalar benim olurdu.
Şimdi düşündüğümde o evlerden hafızamda kalan ne çok duygu var tarif edemem. Şuan yaşadığım evde o hayatlardan esinlenilen ne çok şey vardır kim bilir. Benim komşu çocuklarına davranışım, ilgim alakam o günlerdeki komşu teyzelerden izler taşır. Balkondan “teyze bir bardak su verebilir misin?” diye seslenen çocukların evin içini görmeye çalışarak uzanan başlarını, suyu içmekte hiç acele etmeyişlerini, beni anlamsız sorularla oyalamaya çalışmalarını çok iyi anlarım. Hatta ben uzatırım biraz sözü ve hatta kafamı başka taraflara çeviririm ki rahatça seyretsin görmek istediği her şeyi diye. O çocuk ki ilham almaya çalışır herşeyden. Yaşam heybesine bir fikir daha atar. Bir gün kuracağı hayatta benden izler taşırsa ne ala…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder