27 Temmuz 2015 Pazartesi

ÇOCUKLUĞUMDA BEN…

Çocukken bizim ıhlamur ağacının gölgesinde uzunca , ağaç kütüğünden yapılmış bir oturak vardır, onun üzerine oturup bilmem ne kadar zaman gökyüzünü seyrederdim. Gökyüzünü seyretmek bana her zaman ilham vermiştir. Etkilemiştir.

Bulutların geçişini seyretmek, aldıkları şekilleri anlamaya çalışmak, bir şeylere benzetmek, zaman zaman gündüzleri bile ihtişamından bir şey kaybetmeyen yıldızları seyretmek, işi geceyi aydınlatmak olan ay ı seyretmek benim için çok özeldi. Kücük bedenime fazla gelen aklımla anlamaya çalışmak, anlam vermeye uğraşmak yorardı beni. O günlerde daha fazlasını sorgulamaktan, anlamaya çalışmaktan vazgeçmiştim. Geçici bir süre için elbette. İnsanın içine bir kor gibi düşen anlamaya çalışma çabası bir bulaştı mı insana kopmak bilmez. Ara ara unutturur kendini elbet ancak o merak duygusu orada kalır ilelebet.


“Neden” diye sorguladığım çok olmuştur benim.”neden yaşıyoruz, amacımız ne? tm bunların anlamı ne? . Sorularıma cevap alamazdım lakin, içimde tuhaf bir huzur hali olurdu. Sanki sadece bu soruları soruyor olmak bile sorulara yanıt almış kadar rahatlatıyordu beni.

Hiç unutmam bazı yaz akşamları bizim evin bahçesinde hava kararır kararmaz saklambaç oynamaya başlardık. Amcalar , halalar, yengeler, abiler, ablalar, kardeşler. Yaşlısı genci herkes katılırdı bu oyuna. O saklambaç oynadığımız gecelerden biri dolunaya denk gelmişti bir keresinde. Tabi ben o zamanlar dolunaydan habersizim. Ancak ay o kadar büyük ve parlak olurdu ki, saklandığım yerde tek başıma çimenlere uzanıp gökyüzünü seyrederdim. Hayranlığım, mutluluğum, anlam veremeyişim, neden olduğunu anlayamayışım, güzelliği biraz daha seyredebilmek için saklandığım yerde bulunuverişim umurumda olmazdı. Hatta biraz daha seyredebilmek için oyundan çıkmayı bile tercih ederdim. Bir çocuğun asla unutamadığı, o keyifli oyunları tekrar tekrar oynamayı arzu ettiği anları , hiç bir şeyle yer değiştiremeyeceği o güzel zamanları bırakıp ta sadece biraz daha gökyüzünü seyretme arzusunda oluşu ne tuhaf. Halbu ki dünyası oyun üzerine kurulu bir zaman dilimi olan çocukluğa pek aykırı bir durum bu.

Ay nasıl oluyordu da bu kadar aydınlatıyordu geceyi? Ne kadar da ihtişamlıydı öyle, Hep niçin ay var dı ki? O da bizim ki gibi bir gezegen miydi, içinde yaşayan insanlar var mıydı? Ya yıldızlar, onlar neden vardı, kim koymuştu onları oraya? Neden sadece geceleri ortaya çıkıyorlardı? Neden ? Neden ? Neden?

Bu sorulara hiçbir zaman yanıt alamadım. Bizim evde  bir büyüğe sorsan bu soruları anında bir küçük şamar yersin popona. ” senin dersin oralara çıkmadı, sen sus bakalım”. “Büyüyünce anlarsın” gibi yuvarlak bir cevap alırsın o kadar. Ah şu büyükler. Hiç bir şeyi yeterince anlayamayacağımızı düşündüklerinden ne çok zora düşürdüler hayatımızı bilmezler.

Şimdilerde kızım 4 buçuk yaşında, bazen uçuk sorular soruyor, zınk diye kalıversem de soru karşısında mutlaka bir yanıt veriyorum ona. Biliyorum ki yanıtsız kalan her soru bir boşluk yaratıyor ruhunda…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder