20 Eylül 2016 Salı

BİR KIRKBEŞLİK PLAK…

Bir kırk beşlik plak aldı beni başka bir zamanın tam ortasına bıraktı gitti…
Zaman içinde yolculuk yapmaya bayılırım. Zaman makinası diye bir şey icat etmeye çalışan bilim adamlarına duyurulur , ben istediğim zaman istediğim zamana ışınlanıyorum sanki. O kadar kolay ki zamanının başka bir boyutunda kendimi bulmam. Bir kırk beşlik plak alır götürür beni 70 li yıllara.
Ben 81 yılında doğmuşum, 80 li yılları çok net hatırlarım, çok güzel yıllardı. Ancak sanki 70 li yıllarda gençlik yıllarımı yaşamışım gibi o döneme ait bir şarkı dinlediğimde hemen kendimi oracıkta buluveririm.
Eski evler, dönemim kıyafetleri, aksesuarlar, yollar, sokaklar caddeler. Esrarengiz ve büyüleyici gelir. O dönemdeki şarkılar , müzikler aranjeler çok etkiler. Eski Türk filmlerini izlerken fark ettim bu durumu. Sonra oturup uzun uzun düşündüm bu konu üzerine. Neden yaşamadığım bir dönem beni bu kadar etkiliyor, neden aklımdan zihnimden sanki ben de o çağda yaşamışım gibi görüntüler geliyor gözümün önüne. Neden sanki o dönemin ruhunu anlıyormuşum hissi oluyor içimde diye.Sonra buldum neden olduğunu, tabi pek çok neden geliyor aklıma. Hepsini yazmayacağım buraya , delirdiğimi düşünmenizi istemem.


Neyse ben 11 yaşındayken 42 yaşındaki halam Kalp krizi nedeniyle vefat etti. Ölümle ilk tanışmam orada gerçekleşti. O günlerde bu durumu hangi duygularla yaşadığımı hatırlamıyorum, ağır bir travma bırakmadığına eminim. Aslında bu vefat durumu gözlerimin önünde oldu, ben, annem, yengelerim, babaannem diğer kuzenlerimde vardı. Neyse bu olay Kastamonu da deden kalma eski ahşap , kerpiç karışımı klasik bir Kastamonu evinde gerçekleşti. O ev efsanedir benim için. Tüm çocukluğum orada geçti. Duvarlarına anılarım sinmiş. Kokusunda hüzünlerim sevinçlerim var. Şimdilerde kullanılmıyor, harabeye dönmek üzere çocukluğum.

 Neyse sonra halamın vefatı ardından evde hareketli günler başladı tabi, Yas dönemi uzun sürmedi, ev çok kalabalıktı çünkü. Dedem diğer erkek kardeşiyle birlikte yapmış bu evi ve ikisi oturuyordu, tabi onların çocukları ve torunları da beraberinde. Dedemin 4 çocuğu kardeşinin tek çocuğu var, dedemin altı torunu diğer amcanın 2 torunu var. Yaş aralıklarımız bir yada iki yaş. Yani cümbüşlü, hareketli, eğlenceli bir evdi, dolayısıyla yas uzun sürmedi bu evde. Babaanemi bu konunun dışında tuttuğumu söylememe gerek yoktur herhalde. O tüm acısını , kederini içinde yaşadı. Bizler ağladığını görmeyelim  diye, tarlalara , bahçelere gidip ağlardı.Kimseye birşey hissetirmemeye çalışırdı.

Halamın hikayesi çok ilginçti. Dört çocuk sahibi olan dedem ve babaannem yokluk ve fakirlik dönemini çok yoğun yaşamışlar. Babam anlatır ; kahvaltılıkla tanışması gençlik yıllarına tekabul ediyor. Kahvaltıda sadece tarhana çorbası içebilirlermiş, çay demlemek çok büyük bir lüksmüş. Hatta bir demlik çay içilip bittikten sonra içindeki çay güneşte kurutulur sonra tekrar demlenirmiş. Banaannem kırk yaşından sonra portakal görmüş ve ne olduğunu bilememiş. Bunları düşünmek beni çok incitir. Bu yokluk ve sefaletin tam ortasında olan dedem ve babaannem halamı İstanbul’da zengin bir aileye evlatlık vermiş. Halam bedensel olarak engeli olan biriydi.Daha bebekken çok ağlıyor diye amcalardan biri olanca gücüyle odunların üzerine atmış, orada omzu ve kalçası çıkmış. Tabi hastaneye gitmek ne mümkün, o Şekilde yaşamış yıllarca, omzu ve kalçası öyle kalmış. Kocaman bir kamburu vardı halamın, bir bacağı diğerinden daha uzun gibiydi. Vücudunda tam bir orantısızlık vardı yani. İstanbullu zengin aile İstanbul’un sosyete kesiminden bir aileymiş. O Türk filmlerinde gördüğümüz muhteşem evlerden birinde yaşıyorlarmış. Çocukluğum, halamın o ailedeki yaşantısını dinlemekle geçti, fotoğraflarda rüya gibiydi.

Halam uzun yıllar o aileyle yaşamış, çay fabrikasına çalışmaya girmiş ve oradan da emekli olmuştu. Yazları gelirdi eve, Çok uzun kalmazdı ama onunla geçen zamanlar daha farklıydı. Tam bir İstanbul hanımefendisiydi. Bilgisi, görgüsü çok farklıydı.


Halam engelli olduğu için uzun yıllar evlenememiş, sonra ona uygun olacağı düşünülen biriyle evlenmiş. Mutsuz bir evlilik geçirmiş ne yazık ki. Bu evlilikten dünya güzeli bir kızı olmuş. Benden 2 yaş büyüktür Selma ablam. O hep annesiz büyüdü. Halam kendi kaderini kızına yaşattı ne yazık ki. Evliliği kötü gidince Selma ablamı babaanneme bırakıp çalışmak için İstanbul’a geri dönmüş. Selma ablamı hep annesini özlediği için ağlarken hatırlarım.
DEVAM EDECEK…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder